




Sedef sanatı bir anlamda ahşap işleme sanatıdır. Ahşap mobilyaların denizden elde edilen sedefle, bağayı fildişini değişik renkli ağaç köklerini ve benzeri malzemeleri bir arada değişik motiflerle kesip kaplama sanatıdır. Tabi bu özetle anlatılanlar aslında sanatın tarzına, ülkesine göre çok değişik teknikler, stiller ve malzemeyle üretim yaptıkları üst düzey bir mobilyacılık sanatıdır.
İnsanlar hayatlarını kolaylaştırmada kullandıkları araçların neredeyse tümünde kullanabilmişler sedefi. Her bölge insanı kendi dinine, kültürüne, yaşam tarzına göre ekoller geliştirmiş. Ancak genelde tarih boyunca her bölge, dinsel mekânlarını ve dini eşyalarını süslemişler. Sedefli eserleri üretebilmek son derece beceri isteyen son derece bilgi birikimi isteyen meşakkatli sabır gerektiren ciddi bir sanat olması hasebiyle üretilen eserleri elde etmek tarihte ve günümüzde oldukça pahalı ve zor olmuştur.
Tarzlarına göre yapım tekniklerini anlatacak olmamıza rağmen yüzeysel biçimde anlatmakta yarar olduğu kanaatindeyiz.
Üretilecek eserin seçimine göre eserin tarzı belirlenip gerekirse maketi bile yapılabilir. Önceden tomruğun doğru yerinden kesilmiş ve yeterince kurutulmuş ağaçlar doğru tekniklerle çatkısı yapılır ki bu doğru teknikler eserin uzun süreli kalmasını sağlar hatta işlerken bile dönmesini engeller. Eserin iskeleti bitirilecek şekle uygun halde tutkallanmadan ayarlanıp, üzeri işlendikten sonra yapıştırılabir. Bunun amacı rahat işlenebilirliği sağlamaktır. İşlenecek desenler önceden 1/1 çizilmiş olmalı ve daha sonra iskeletin üzerine aktarılmalıdır. Daha sonra desenlere göre sedefi, bağası, fildişi, filetosu boulu vs. kesilip yerlerini yapıştırıldıktan sonra kuruma süreleri dikkate alınarak üstleri perdahlanıp, tesviyelenip cilalanır.









Sedef sanatının günümüze ulaşmış ilk örnekleri Sümerlilerin mezar taşlarında ve muhtemelen Ortadoğu ülkelerinden birinde, deniz kabukları ve kireç taşı ile bir arada işlenmiştir sedef. (M.Ö. 4000 yılları) (1) Yakın tarihte ise dünyada bilinen 5 ekolü vardır. Ancak bunların dışında çeşitli ülkelerde sedefi; mobilyalarında kullanmışsa da, literatüre girememiştir. Osmanlıda ilk sedefli örnek 15.inci yy.da Amasya 2.Beyazıt Camii iç panjurları ve cümle kapısıdır. 1480li yıllar.
Osmanlı Padişahları her sanata değer verdikleri gibi sedef sanatına da değer verirlerdi. Meşhur Mimar ve Sedefkâr olan Sedefkâr Mehmet Ağa’nın Koca Sinan’ın teşviki ile dönemin padişahına bir Kur-an rahlesi yapması ile padişahtan taltif alıp kapu başılığına(5) atanması, yapılan Selâtin Camilere mutlaka sedefli kapılar Kur-an muhafazaları, kürsüler, iç panjurlar, rahleler yaptırılması. Evliya Çelebi’nin rivayetine göre; F.Sultan Mehmet Han’ın tabutunun som sedeften olması (ki; bu ulaşılan en eski sedefli eser örnekleriyle çelişiyor) bu sanata yeterince değer verdiklerini gösterir. Yine Sultan Abdülhamit Han’ın İyi bir marangoz ve iyi bir sedefkâr olması yeterli ilgiye ispattır. Tarihte bu sanatı icra eden insanların adına sınırlı kaynaklarda ulaşılmış olmasına rağmen yine Evliya Çelebinin seyahatnamesinde (İstanbul’da 100 dükkân 500 nefer idüler pirleri de Şuaybi Hindi dür) diyerek bu sanatın 17.yy zirve döneminde olduğunu ifade etmiştir. Osmanlı sedef sanatı 15 ve 16.yy gelişip 17 ve 18yy de zirveye ulaşmıştır. Ancak 18.y.y.dan sonra batı tarzlarıyla geleneksel tarzlar deformasyona uğratılmasında, sedef sanatı da nasibini almıştır. 18.y.y.dan sonra 19.yy da Abdülhamit Han’ın sedefkarlığa meyli dolayısıyla Yıldız Sarayında kurulan Marangozhane olan Tamirhane-i Hümayun da yerini almıştır.Yine meşhur ressam ve arkeolog olan Osman Hamdi Bey’e Abdülhamit Han tarafından kurdurulan Sanayi nefise mektebinde (Güzel sanatlar akademisinin temeli). Harikulade batı sitillerinde mobilyalara da benzeyen ancak Osmanlı tarzının vurgulandığı sedefli eserler üretilmiştir.
Bu şekilde sedef sanatı çırpınmaya çalışsa da gerileme dönemi olan 20.yy.’da gerekli hamlesini yapamamıştır. Ancak yinede 20.yy öne çıkan isim Vasıf Sedef diye tanınan Sedefkâr Vasıf Hoca’dır. O da bu sanatın unutulabileceğini sezerek belli çabalar içerisine girmiş Güzel sanatlar Akademisi Şark Tezyinatı bölümünde sedefkârlar kürsüsü kurulmasına öncü olup kürsünün başına getirilmiş ancak, ilgisizliğin son bulmadığı üzüntüsüyle görevini sürdürdüğü esnada vefat etmiştir.(1940)






Sedef işçiliğinin, dünyada bilinen 5 ekolü vardır. Ancak bunların dışında çeşitli ülkelerde sedefi; mobilyalarında kullanmışsa da, literatüre girememiştir. Bunlar Viyana işi, Uzak Doğu işi, Eseri İstanbul işi, Kudüs işi ve Şam işidir.
Viyana işi
Avusturyalıların geliştirdiği tekniktir ve Fransızların boul sanatı ile neredeyse ayırt edilemez Ancak aradaki en önemli fark, boul işlenirken sedef veya fil dişi boul motifleri arasına garnitür olarak çok küçük biçimde desenin içeriğine göre bazen çiçek bazen bir kuş formunda işlenir. Viyana işinde ise sedefler pirinç telcikler içinde gelişi güzel biçimde yapıştırılıp genel kompozisyonun en dışından çerçeveler biçimde alçılanıp işlenirdi.
Uzak Doğu işi
Uzak Doğu ülkelerinden özellikle Çin, Japonya, Hindistan, Singapur ve Vietnam gibi ülkelerin ürettiği sedefli ürünlerin genel adıdır.
Eseri İstanbul işi
Bu üslup Osmanlının üst düzey mimar ve sedefkârlarının geliştirdiği, diğer ekollerden farklı teknik, malzeme ve formları olan bir üsluptur.
Kudüs işi
Osmanlının geliştirdiği bu üslup, daha çok dinsel mekânların maketini, bağa hariç, Eseri İstanbul da kullanılan aşağı yukarı bütün malzemeleri kullanarak kapladığı bir üsluptur
Şam işi
Bu üslup ise adından da anlaşılacağı gibi Osmanlının bir eyaleti olan Suriye (Dımeşk) in şehri olan Şam da geliştirildiğinden bu ismi alır. Aslında yarı Arap yarı Osmanlı etkileri taşışa da, çokta Osmanlı formu taşımaz.




















Osmanlılarda cami kapılarında, kürsülerde, rahlelerde, Kuran muhafazalarında, minberlerde, iç panjurlarda, gömme dolap kapaklarında, hattat çekmecelerinde, hattat dolaplarında, hattat takımlarında, sehpalarda, aynalarda masalarda, sandalyelerde, koltuklarda, çerçevelerde, saatlerde, tabanca ve tüfeklerde, kalkanlarda kılıç kabzalarında, bıçak saplarında, gürz saplarında, teberlerde (savaş baltaları) kaşıklarda, tepsilerde, hat levhalarında, mücevher kutularında, beşiklerde, tahtlarda, vitrinlerde, gümüşlüklerde, kavukluklarda, kadınların süslenme araçlarında, müzik aletlerinde, kitaplıklarda, dolaplarda, konsollarda, sinilerde, (yemek yenen sofralar), sedirlerde, dikiş kutularında, çalışma masalarında türbe önü trabzanlarda, (korkuluk) çeyiz sandıklarında, satranç takımlarında, paravanlarda, takılarda, yelpazelerde, dürbünlerde, el ve duvar aynalarında daha şuan aklımıza gelmeyen birçok yerde severek kullanılmıştır.








Viyana İşi
Aslında sedeften çok uzak (2 Boulle.) sanatının ağırlıkta olduğu bir üsluptur. Geleneksel üslupta tasarladıkları mobilyaların siyah zemin üzerine sarı (pirinç), bakır ve kurşun gibi malzemelerle kesilmiş kompozisyon montajlanır. Daha sonra bu kompozisyonun en dış çevreleri 1–2 milim şeklinde çekilmiş sarı tellerle 1–1,5 mm kanallar oluşturulacak biçimde çevrilir. Bu kanalların içine ise yeşil renkli Arusek’de denilen sedefler gelişigüzel şekilde kırılarak boşluklu biçimde yapıştırılır. Bu ufak boşluklar daha sonra alçı gibi beyaz malzemeyle macunlanır. Ve kuruduktan sonra perdahlanıp ince tesviyeden sonra cilalanır. En sonunda geleneksel konularını (dinsel mitolojik) tasvir eden bronzdan figürler ve ince kabartmalı bronz çıtalarla zenginleştirilerek ürüne son şekli verilir.
Uzak Doğu İşi
Bu ürünlerde daha çok siyah zemin üzerine yine renkli sedeflerin kullanıldığı canlı figürlerin ağırlıkta ve ender olarak da bitkisel motiflerin tercih edildiği bir üsluptur. Bu ürünler paravan, sehpa, masa, sandalye ve benzerleridir. Yapıldığı dönemin günlük yaşamını dinsel ve mitolojik konularını ele alırlar. Bu tarzı daha soyluları minyatür sanatıyla birlikte üretilmiş olanlarıdır. Japonlar ve Çinliler mabetlerinde çok ince isçilikli muhteşem eserler üretmişlerdir.
Osmanlı Sedef Sanatındaki Ekoller
Ehli Hiref adı altında Eseri İstanbul; Bu tarzı anlatmadan önce İstanbul Topkapı Sarayı’nda örgütlenmiş, faaliyetlerden bahsetmek daha doğru olacaktır. Bu örgüt, belki de Ahi geleneğinin daha kapsamlı şekilde organize olduğu saraya bağlı üst düzey sanatkârların oluşturduğu bir nevi sendika gibi hakların Ahi edebine aykırı olmadan savunulduğu otokontrol şeklinde kendini denetleyen liderlerinin ise Sermimeranı Hassa (Mimarbaşı olan) akademik araştırmalara konu olduktan sonra günümüze de örnek olabilecek bir örgüttür.Bu örgüt, bünyesinde bir hayli sanatları barındırmaktaydı. Örneğin mimarlar, hattatlar, Müzehhibler, minyatür sanatkârlarını, Çini sanatkârlarını, Ebru sanatkârlarını, Sedefkârları, Sarrafları, Kazazları(Gümüş ve altından çok ince örgüyle değerli takıları ve tesbih kamçılarını yapan ustalar) Mücellitleri, Sarracları, Tesbih çileri, Neccarlar (Marangozları) Mermer ve Taş sanatkârları gibi birçok sanat dalı. Bu sanatkârlarda iyi eğitimli ve dallarında en iyi yetişmiş sanatkârlardı. Eser-i İstanbul işi işte bu sanatkârların geliştirdiği bir tarzdır. Bu üslup da diğerlerinden farklı teknikler, malzemeler ve desenler kullanılmıştır. Aslında sedef sanatı uzak doğudan geçmiş olsa da Osmanlıda, hatta yakın Selçukluda temeli olan bir sanattır.
Bu temel ise; Selçuklunun muhteşem mimari üslubu ve bu üslup arasında da gelmiş ahşap işçiliği ve Künde kari(3) diye adlandırılan teknikte üretilmiş muhteşem marangozluk işçiliği örnekleridir. Künde kari eserlerin içlerine fildişi, göbeklerle işlenen ürünler Eser-i İstanbul tarzının temelidir.
Eser-i İstanbul işinde kullanılan motifler gelişigüzel olmamıştır asla. Motifler Selçuk ve Osmanlı geleneğine uygun olarak tasavvufi manaları olan hendesi(4) ve bitkisel motifler ince bir titizlikle seçilerek işlenmiştir. Bu motiflerin hendesi olanlarında İslami vurguların yoğun olduğu, yıldızların ve çok genlerin köşelerine göre İslam’ın ve imanın şartlarını sembolize etmesi gibi. Veya genel kompozisyona bakıldığında, motiflerin sonsuz simetrisinden dolayı insan ruhunun ölümlü olmadığı sonsuz sürecin bir parçası olduğunu bu motifler genel kompozisyonun benzeşmesiyle de uzayı ve uzayın ahengini sembolize ettiği değerlendirilmiştir. Bitkisel olanlarda ise lâlenin (Allah C.C.), Gülün (Hz. Muhammed. S.A.V.) Temsil ettiği düşünülmüştür. Tezyin edilen kompozisyonun belli kurallar manzumesi içinde dengeyle ve ahenkle ululandığı bu nedenle de Allah C.C. Tabiatı maddeyi ve canlıları yaratışındaki denge ve ahenge atıflar gibi yorumlar içerir. Eser-i İstanbul işi bir ürünü üretirken birkaç sanatkâr bir arada çalışır üretilecek eserin genel tarzı ve ergonomik Standard ölçüleri mimara çizdirilir. Genellikle mimarlar aynı zamanda sedefkârda olabilmiştir. Genel ölçüler belli olduktan sonra ince detaylar Müzehhibe çizdirilir Ürünleri maksadına göre Ayet, Hadis veya şiir İslam büyüklerinin özlü sözleri gibi, eserin niteliğine göre hattata yazı yazdırılırdı. Eserin tasarısı bittikten sonra iskeleti daha önceden güneşi direk görmeyen yağmur almayan ve rüzgârlı bir yerde yeterince kurutulmuş olan ağaçlarla hazırlanır. Hazırlanan iskelet üzerine daha önceden imal edilmiş fileto denilen fildişi, abanoz, kurşun, gül ağacı gibi ince işçilikli düz şeritlerle geometrik motifler işlenir. Yani ana hatlar hazırlanmış olur. Bu motiflerin içine kompozisyona göre sedef, bağa, abanoz ağacı döşenir. Bu şekilde eserin geometrik bölümü bitirilir. Bu geometrik motifi de çerçeveleyen geleneksel üslupta tasarlanmış geometrik zencerekler ince bir işçilikle ayni tür filetolarla işlenir. Hatları ise ince ve zor bir işçilikle kıl testerelerle kesilip bağa zemine sedefle yerleştirilir. Sonra eğer varsa bitkisel motiflerde aynı tarzda kesilerek yapıştırılır. Bitkisel motiflerde genellikle zencerek fileto ile çerçevelenir. Bütün işler bitirildikten sonra perdah ve tesviye edilip cilaya hazırlanır.
Cilası ise çok meşakkatli beceri ve titizlik gerektiren bir iştir. Beyaz gomalak ile cilalanır. Önce kalın hazırlanmış bir cila eriği ile bala denilen bir cila beziyle aynı yüzeyden üst üste geçmeksizin her yerine sürülür. Eğer yüzeyde ağaç fazlaysa, emici olacağından takribi bir hafta bırakılır sonra ince zımpara yapılır. Ve daha önce sürülen ciladan birazda ha ince bir eriyik ayni şekilde sürülüp yine dinlenmeye bırakılır. Bu işlemler üç dört kere tekrarlanır. Sonunda ise gomalak kullanmayıp alkolle (İspirto) çalışılır. Bazen bala yüzeyde kaymayacağından parmak ucuyla yağ (vazelin likit) değdirilir. Bu şekilde eldeki bala kuruyuncaya kadar sürülür ve işlem bitirilir.
Osmanlı sedef sanatında da kullanılan malzemeler genellikle organiktir. Yani süslemede kullanılan malzemeler gibi, yapıştırıcı da boncuk tutkal olup, kemikten et şırasından üretilmiş su ile karışıp buharda eritilir. Cilada kullanılan gomalak ise Hindistan’da yetişen ağacın reçinesinden elde edilir. Ve sebze ve meyveden elde edilen etil alkol ile eritilip cila haline getirilir. Yani bütün malzemeler doğaldır ki, bu eserlerin uzun süreli kalmasını da muhtemelen izah eder herhalde.
Osmanlının Eser-i İstanbul üslubu görüldüğü üzere Doğudan gelmiş olsa da sedef sanatı, Osmanlı sedefi bağa ila fildişi ile buluşturup, bağayı da altınla varaklayarak, daha bir derinlik ve ahenk katmıştır. Ve dünyada halada bu üslubun rağbet görmesi sağlanmıştır.
Kudüs İşi
Bu üslupta Kudüs teki Mescidi Aksa Camii’nin maketini veya üretilen eserlerin üzerinde bu caminin tasvirini kitap kapaklarına, çerçevelere ve benzeri ürünlere kabartma biçiminde işlenilen tarzdır. Bazen de padişahların yaptırdığı abide eserlerin maketlerinin sedefle kaplanması şeklinde örnekler vermiştir. (Sultan 3.Ahmet Çeşmesi gibi.) Bu tarzda yine Eser-i İstanbul işi gibi bağa hariç malzeme işleme ve cilalama bakımından aynı özelliktedir.
Şam İşi
Bu tarz malzemeyi işleme desen seçme ve tarz bakımından Eser-i İstanbul işi ve Kudüs işinden farklıdır. Şöyle ki, bu iki tarzda önceden yapılan bir iskeletin üzerine ve tamamını kaplayarak ikinci bir zemin kat oluşturulur. Malzemelerde daha fazladır. Şam işinde ise; kullanılan motifler geometrik yâda bitkiseldir. Ancak diğer üslup gibi fazlaca derinliği ve anlamı olmayan motiflerdir. Malzemeleri ceviz ağacı üzerine kurşun ve kalay karışımı tel ve bazen de kemiktir. Üretiliş şekli ise eserin durumuna göre önceden yâda işlendikten sonra iskeleti hazırlanır. Önceden çizilen motif ceviz ağacından yapılan iskelet üzerine aktarılır. Bir milim genişliğinde ve iki milim derinliğinde hazırlanan teller, ana motifleri çizecek şekilde açılan yüzeye tutkallanıp çakılır. Daha sonra bu tellerin çizdiği yerler çeşitli bıçaklar yardımıyla oyuklar açılır sonrada bu oyuklara göre sedefler kesilip alıştırılır ve yapıştırılır. Eğer varsa kenarlara bir kemik bir ceviz ince çıtalar halinde ve birbirine zıt verev biçimde yerleştirilir. Sonunda ise diğer bütün üsluplar gibi perdahlanır, ince tesviye edilir ve cilalanır. Yani görüldüğü üzere ceviz ağacına teller ve sedefler oyularak ve ceviz ağacı zemin bırakılarak işlenir yani aynı yüzeye kat oluşturmadan. Şam işinde genelde Arap ve Osmanlı arası bir üslup kullanılır. Ancak bu üslup Eser-i İstanbul işinde olduğu gibi düz hatlarda, oymasız, kordonsuz, gibi olmayıp, bazen eğimleri, kordonları, tornaları bazen de ajur kesimleri olabiliyordu.
Antep İşi
Aslında pek kayda değer bir özelliği olmayan, soysuz (menşei belli olmayan) bir üslup olsa da, Şam işine benzemesi, bu işi üreten ustaların sedef sanatına yatkınlıkları açısından önem verilmesi ve bu ustalara sedef sanatların artistiğinin öğretilmesi gerekir diye düşünüyoruz. Bu tarzı küçümsediğimiz düşünülmemeli ancak, diğer üsluplara hakkını teslim etme açısından böyle konuşmamız gerekiyor. Bu üslup görünürde Şam usulüne benzese de uygulamada orijinal okyanus (mercan) sedefini bırakın, deniz sedefi bile kullanılmıyor. Fırat, Dicle kenarından topladıkları midye kabukları kullanıyor ve gomalak cila yerine ağacın üstü pürmüzle yakılıp, üstüne zeytinyağı sürülüyor ve ürün bitiriliyor. Son zamanlarda da pirinç çiviler veya küçük levhacıklar yerleştirilip iyice çiğleştiriliyor. Oysa dediğimiz gibi sedef sanatının geleneksel üslupları, menşei, teknikleri öğretilip de, eserlerini gerek yurt içi gerek yurt dışında satabilme zeminleri oluşturulsa, geleneksel bir sanatımız unutulmaktan kurtulup, yeni sanatkârların yetiştirilmesi sağlanmış olur.



















Viyana işinde kullanılan malzemeler
Bakır, pirinç, kurşun, bazen gümüş, alüminyum, sedef fildişi ve abanoz ağacı iskeletinin şasi sinde armut ağacı kullanıldığı yere göre meşe ıhlamur, kestane, gibi ağaçlar kullanılır. Üründe genelde sıcak tutkal (boncuk tutkal) kullanılır.
Uzak Doğu işinde kullanılan malzemeler
Abanoz ağacı, sedef (Arusek), fildişi ve minyatürleri boyamada kullanılan boyalar ve boncuk tutkal. İskelet şasi sinde genelde gürgen ağacı kullanılır.
Eser-i İstanbul tarzında kullanılan malzemeler
Sedef, bağa (deniz kaplumbağası kabuğu), fildişi, abanoz ve şimşir ağacı, yılan ağacı, pelesenk, ceviz, akça ağaç türleri (kelebek ve kuş gözü) istisna olarak da maun ağacı. Gümüş, altın bazen değerli taşlar zümrüt, yakut, safir, firuze, zebercet gibi malzemelerdir. İskelet şasi sinde, genelde ceviz, çam ve köknar türleri ve kestane ağaçları kullanılır. Yapıştırıcı olarak yine boncuk tutkal kullanılır.
Kudüs işinde kullanılan malzemeler
Kudüs işinde de yine Eser-i İstanbul tarzının malzemeleri bağa hariç aşağı yukarı aynen kullanılır.
Şam işinde kullanılan malzemeler
Şam işinde ise ana iskelet ve zemin ceviz ağacı, sedef, kurşun kalay karışımı teller ve kemiktir. Yapıştırıcı olarak yine boncuk tutkal kullanılır.
Sedef sanatlarının tümünde, cila olarak gomalak denilen bir ağaç türünden elde edilen reçine, etil alkolle eritilerek kullanılır.



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder