9 Kasım 2008 Pazar

HELÂL LOKMANIN ÖNEMİ

Mide, yenilen şeylerin toplandığı yerdir. Oraya helâl lokma koyarsan, azalardan sâlih ameller meydana gelir. Şüpheli lokma koyarsan, azalar Allah yolunda amel etmekte şüpheye düşerler. Eğer haram lokma koyarsan, o lokma seninle Allâh-ü Teâlâ arasında bir perde olur da, bu yolda yürümen mümkün olmaz…

Hayatımızı idame ettirebilmemiz için, her canlı gibi bizim de yemeye içmeye ihtiyacımız var. Malum atalarımız “Can boğazdan gelir” demişler. Yaşamak için elbette yenilecek-içilecek fakat, helâle ve harama da dikkat edilecek… Bu konuda Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in pek çok hakikati ihtiva eden bir hadîsi şerifi vardır.
Buyuruyor ki: “Helâl de bellidir, haram da bellidir. Bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır. İnsanların çoğu bunların helâl mi, haram mı olduğunu bilmez. Bu şüpheli şeylerden sakınan, şerefini ve dinini korumuş olur. Şüpheli şeylere giren harama da düşer. Böyle kimselerin durumu, tıpkı koruluğun etrafında koyunlarını otlatan çoban gibidir. Her an o koruya dalabilir. Dikkat edin. Her melikin bir korusu vardır. Allah’ın yeryüzündeki korusu da haram kıldığı şeylerdir… Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır ki, o iyi olduğunda bütün beden iyi olur. O bozulduğunda da bütün beden bozulur. İşte o, kalptir!”
Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in buyurduğu üzere, haramlardan kaçınmaya îtina göstermek icabettiği gibi, şüpheli şeylerden de kaçınmak gerekiyor. Her ne kadar günümüzde şüpheli diyebileceğimiz pek çok gıdalar olsa da, bu konuda mümkün mertebe hassas davranmalı, gerek yediklerimiz, gerekse yiyecek için yaptığımız alış verişler hususunda dikkatli olmalıyız. Çünkü yaptığımız ibâdetlerin aşkla-şevkle, lezzetle yapılabilmesinin, ağzımızdan giren ve midemize inen yiyeceklerle çok yakından alakası vardır.
Mesela benzinle çalışan arabanın deposuna, benzin yerine mazot veya su konulsa, nasıl ki o arabanın motorunu fesada uğratıp çalışmasını aksatırsa, aynı şekilde midesi helâl lokmaya endekslenmiş olan insanoğlunun da midesine, haram veya şüpheli lokma girince, insanın mâneviyatı fesada uğrar, feyiz ve fuyûzatı kesilir, huşu kaybolur ve ibâdetlerini yapmakta zorlanır.
İnsanın yediği şeyler bir nevi yaptığı amellerinin tohumu gibidir. Nasıl ki; toprağa atılan tohum tatlı bir meyve ağacının tohumu ise, vereceği mahsulün de meyvesi tatlı ve güzel olur. Şayet o tohum acı veya zehirli bir ağacın tohumuysa, onun mahsulü de zehirli olur. İşte aynı şekilde mideye atılan tohum da helâl olursa, yani kişi helâl ve temiz gıdayla beslenirse; o kimsenin azalarından da hayırlar ve güzellikler zuhur eder. Şayet mideye girenler haram ise; haram gıda ile beslenen uzuvlar birer günah ve fesat makinesi gibi çalışır. Nitekim Ebu Bekr-i Dükkî hazretleri şöyle buyurmuştur: “Mide, yenilen şeylerin toplandığı yerdir. Oraya helâl lokma koyarsan, azalardan sâlih ameller meydana gelir. Şüpheli lokma koyarsan, azalar Allah yolunda amel etmekte şüpheye düşerler. Eğer haram lokma koyarsan, o lokma seninle Allâh-ü Teâlâ arasında bir perde olur da, bu yolda yürümen mümkün olmaz” buyurmuştur.
Yukarıda arz ettiğimiz hadîsi şerifin sonunda Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) helâle ve harama, şüpheli şeylere dikkat çektikten sonra, kalbe de dikkat çekiyor: “Dikkat edin. Bedende bir et parçası vardır ki o iyi olduğunda bütün beden iyi olur. O bozulduğunda da bütün beden bozulur. İşte o kalptir.” buyuruyor. Buradan ne anlıyoruz? Demek ki, yediğimiz ve içtiğimiz şeylerin, helâl, haram veya şüpheli olmasının kalbe de etkisi var. Zahiri olarak da yediğimiz bir gıda midede hazmedildikten sonra gerekli yerlere gönderilir, kalbe de kan olarak gönderiliyor ve bu kan, kalp vasıtasıyla bütün vücuda pompalanıyor. Eğer bu kan helâl rızkın ürünü ise, onunla hem kalb mânen sağlıklı olacak, hem de o selim kalbin pompaladığı temiz kanla bütün bedenin mânen sıhhati temin edilecek, şayet bu kan haram gıda ürünü ise, kalp mânen fesada uğrayacak ve bu kanın deveran ettiği bedeni de fesada uğratacaktır. Kalp; bir nevi beden memleketinin başkentidir. Nasıl ki, başkent iyi yönetirse memleket sulh ve huzur içinde olur. Ama yönetimde zafiyet ve bozukluk olursa bütün memleketi anarşi, terör sarar. İşte aynı şekilde kalp ifsad olursa bütün organlar ifsad olur, kalp ıslah olursa bütün organlar ıslah olur. O zaman göz harama bakmaz, ağız haram yemez, dil yalan demez, el çalıp çırpmaz...
Demek dön dolaş, iş helâl lokmada düğümleniyor. Yani yenilen şeylerin ve alınan gıdaların, insanın maddi vücut yapısında etkisi olduğu gibi, mânevî yapısında ve terakkisinde de çok büyük tesiri vardır. Bizler madem bu dünyaya kulluk için, Allah’ı bilmek için geldik, öyleyse yaratılış gayemize uygun yaşamak ve bu dünya imtihanını kazanmak için, yediklerimize azamî derecede dikkat etmeliyiz.
Hem beden, hem de ruh sağlımız için yediklerimizi araştırıp sormalı, helâl ve haram konusunda hassasiyet göstermeliyiz. Tâbiri caizse boğazımızda bir kırmızı ışık olmalı, yani her gelen lokmaya geç dememeliyiz. Önce “bir dur bakalım” demeli, bu lokma haram mı, helâl mi; faydalı mı, zararlı mı? Şayet onay alırsa, o zaman yeşil ışık yakıp mideye geçişine müsaade etmeliyiz.
Afedersiniz de, hayvanlar bile her önüne gelen otu yemiyor. Önce yiyeceği ota bakıyor, kokluyor sonra yiyor. Peki, eşrefi mahluk olan insanoğlu, sormadan araştırmadan her önüne geleni yiyebilir mi? Birçoğunun ağzında adeta sakız gibi çiğnediği “üzümünü ye bağını sorma” gibi harama teşvik eden felsefeler, asla bir Müslüman’ın literatüründe yoktur. Elbette sorulacak ve araştırılacak…
Büyükler bu konularda çok titiz ve dikkatliydi. Hz. Ebu Bekir (Radıyallâhü Anh) yemeğini getiren hizmetçisine, her defasında onu nereden getirdiğini ve bu yiyeceği hangi yolla tedarik ettiğini sorardı. Bir defasında hizmetçisi süt getirmişti. Hz. Ebu Bekir (Radıyallâhü Anh) nasıl olduysa, bu sütün nereden temin edildiğini sormadan bir miktar içmişti ki, aklına geldi ve hemen sordu:
- Bunu nereden aldın? Hizmetçisi cevap verdi:
- Cahiliye devrinde kâhinlikten para kazanıyordum. O dönemde bir kavme kehanette bulunduğum için alacağım vardı. Şimdi o alacağıma karşılık olarak bu sütü aldım. Bunu duyan Hz. Ebu Bekir’in beti benzi attı, ani bir refleksle hemen parmaklarını mübarek ağzına soktu ve içtiği sütü midesinden çıkarmak için zorla istifra etmeye çalıştı. Ve neticede midesinde ne var ne yok hepsini dışarı çıkardı. Sonra ellerini açıp: “Allah’ım! Midemde kalıp damarlarıma karışan kısmından da Sana sığınırım.” diye duâ etti. Onun haram helâl konusundaki bu hassasiyetini görenler sordular:
- Ya Eba Bekir! Bu kadarı da fazla değil mi, ne diye kendine böylesine ızdırap veriyorsun? Ebu Bekir (Radıyallâhü Anh) şöyle cevap verdi:
- Ben Rasûlullah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’den bizzat dinledim, O: “Vücudunda haram lokma bulunan kimsenin ancak cehennemle temizleneceğini” söyledi.
Haram Lokma duâların kabulüne manidir.
Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Bir kimse uzun bir yolculuğa çıkar. Saçları dağılmış, toza torağa bulanmış bir halde ellerini semaya uzatarak; Ya Rabbi! Ya Rabbi! Ya Rabbi! diye duâ eder. Halbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, hâsılı kendisi haramla beslenmiş olursa böylesinin duâsı nasıl kabul edilir.”
Sad bin Ebi Vakkas (Radıyallâhü Anh) bir gün Efendimize dedi ki: “Ya Resûlellah! Duâ buyurun da, Allâh-ü Teâlâ, beni duâsı makbul olanlardan eylesin.” Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) ona şöyle buyurdu: “Ey Sa’d! Helâl ve temiz rızık kazan ki, duân makbul olsun.” Rivâyet edilir ki: Kûfe’de duâsı çok makbul kimseler vardı, şayet başa zalim bir vali gelse, onlar hemen bedduâ ederler ve zalim vali helak olur giderdi. Tabi gün geldi, zulmüyle şöhret bulmuş olan Haccac-ı Zalim Kûfe’ye vali oldu. Zalim Haccac bu kıymetli zatların, bu konudaki şöhretlerini evvelce duymuştu, o da zalim olduğu için, bu zatlar kendisine mutlaka bedduâ edeceklerinden ve helak olacağından korkuyordu. İşte bu tehlikeyi bertaraf etmek için bir hile düşündü.
Kûfe’de göreve başlayacağı zaman, vali konağında büyük bir ziyafet verdi. Ve güya istişare etmek ve kıymetli tavsiyeleriyle hareket etmek maksadıyla, şehirdeki bütün ulema ve sulehayı yemeğe davet etti. Onlara yedirdi, içirdi. Sonra Haccac rahat bir nefes alıp dedi ki: “Artık rahatım. Çünkü bunların karınlarına haram lokma girdi ya, artık bedduâları tutmaz.”
Haram lokma duâların kabul edilmesine, Mevlâ’ya yükselmesine perde oluyor. Yahya bin Muaz hazretleri: “Taat (kulluk vazifelerini îfâ) bir hazinedir. Anahtarı, duâ; anahtarın dişleri ise helâl lokmadır.” buyurmuştur.
İslâm büyüklerinin hemen hepsi, yedikleri ve içtikleri şeylerin helâl ve temiz olması hususunda çok hassas davranmışlardır.
Şah-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) hazretleri maîşet ve geçimine bir çekirdek bile haram karıştırmazdı. Kendisinin ve âile efrâdının helâl yemesine çok dikkat ederdi. Şüphelendiği herhangi bir şey olursa ondan da uzak dururdu. Ve: “İbâdet on kısımdır. Dokuzu helâl rızık aramaktır. Diğer kısmı sâlih ameller ve ibâdetlerdir.” hadîsi şerifini okurlardı. Nafakasını çalışarak temin eder, bunun için eker, biçerdi. Bir keresinde müridlerinden bir tanesi Şah-ı Nakşibend hazretlerine, “mânevî hâllerinin kaybolduğu” konusunda şikâyette bulundu. Nakşibend hazretleri ona: “Yediğin lokmaların helâlden olup olmadığını araştır” buyurdu. Bu mürid düşündü, araştırdı ve bir de baktı ki, yemeği pişirirken, ocakta helâl olup olmadığı şüpheli bir odun yakmış. Meğer mânevî halleri bundan sebep kaybolmuş. Derhal tövbe istiğfar edip o mânevî hallere tekrar kavuştu. Şah-ı Nakşibend hazretleri yediği yemeğin haram veya şüpheli olması bir kenara, şayet bir yemek gafletle veya gazap halinde pişirilse dahi o yemekten ne kendisi yer, ne de müridlerine yedirirdi.
Bir keresinde Şâh-ı Nakşibend hazretleri Gazyut denilen bir beldeye gitti. Orada sevenlerinden birisi onlara yemek ikram etti. Nakşibend hazretleri o yemekten yemedi ve şöyle buyurdu: “Bu yemekleri pişiren kimse, gadab hâlinde pişirmiş. Onun için biz bu yemeği yiyemeyiz.” Sonra şöyle devam etti: “Bir yiyecek şayet gaflet içinde, öfkeyle veya kerâhatle hazırlansa, onda hayır ve bereket yoktur. Zîrâ ona nefis ve şeytan karışmıştır. Böyle bir yemeği yiyen kimsede mutlaka bunun tesiri meydana gelir.
İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olamamalarının sebebi; yemek ve içmek husûsunda dikkat etmemeleridir. Özellikle namazda huşû’ ve hudû’ hâlinde bulunmak, lezzetle, göz yaşı dökerek ibâdet edebilmek, helâl lokma yemeye ve yemeği Allâh-ü Teâlâ’nın huzûrunda imiş gibi yemeğe bağlıdır. Vücûduna haram lokma karışmış bir kimse, namazından da, ibâdetinden de tad alamaz.” Ebu Bekir Verrak hazretleri’nin sözüyle bitirelim. Diyor ki:
- Sabahları kalkınca insanlara bakarım; kimin helâl, kimin haram yediğini anlarım. Kendisine sordular:
- Bunu nasıl anlıyorsun? Cevap verdi: - Her kim sabahleyin kalkar kalkmaz dilini boş laf, gıybet ve sövüp saymakla meşgul ediyorsa, bilirim ki bu hal yediği gıdadan kaynaklanmaktadır. Her kim de sabahleyin kalktığında dilini Allâh-ü Teâlâ’nın zikri, kelime-i tevhid ve istiğfarla meşgul ediyorsa, onun aldığı gıda da helâl yoldandır.
Fi Emanillh!



Hiç yorum yok: