13 Temmuz 2008 Pazar

Gözlerdeki Sihir


Dr. Selim ÇALDIRANLI



İnsan, varlığın özü ve kâinatlara paha biçilmez bir armağan.. El-ayak, göz-kulak, dil-dudak gibi uzuvlar da insana armağan... Kâinat, bîr yüce dergâhdan çıkan emirlere râm olarak insanoğlunun kadrini bilip onu omuzlarında taşıdığı, binbir çeşit nimetleriyle onun için dökülüp saçıldığı söz götürmez birer hakikat olsa bile, insanoğlu kendisine bahşedilen nimetlerin, iltifatların kadrini bilip-bilmediği, takdir edip-etmediği her zaman münakaşa edilebilir.


İlimler bu kadar ilerlemiş olmasına rağmen, bugün hâlâ herhangi bir mevzu etrafında teferruatlı incelemeler yaptığımızda bildiklerimizin bilmediklerimize nazaran az olduğunu anlarız. İşte size renkli görme..! Cisimlerin renklerini nasıl ayırt edebiliyorsunuz? Onları boşlukta nasıl birbirinden farklı görüyorsunuz..?



Renkli görme, vücudumuzdaki faaliyetlerin en kompleksi olup çok fazla sayıda sinir hücresi bu işte vazifelidir. En basit şekliyle gözün çalışmasını bir fotoğraf makinesine benzetebiliriz. Aslında fotoğraf makinesi da gözün taklidinden başka bir şey değil ki!.. Fotoğraf makinesindeki filme tekabül eden retina (ağ tabaka) mercek vasıtasıyla ışığı üzerinde toplar. Retinadaki hücrelerde meydana gelen kimyevi" değişikliklerden hâsıl olan elektrikî sinir sinyalleri saniyenin binde biri gibi kısa bir zamanda beyne nakledilir. Orada sinyaller analize tâbî tutulup değerlendirilir ve netice itibariyle biz de eşyayı net bir şekilde hem görmüş, hem de tefrik etmiş oluruz.

Beyinle sıkı temasta bulunan ve gözün en iç kısmında yer alan retina çok kompleks bir yapıya sahiptir. Choroid ve sinir tabakasıyla iç içe olan retina koni ve çubuk denen ışığa hassas milyonlarca hücre ihtiva eder. Çok hassas bir plân dâhilinde yerleşerek bir sistem meydana getiren çubuk ve koni hücrelerinden birincisi siyah-beyaz görme ile alâkalı, ikincisi ise renkli görmeyle alâkalıdır. Şekil itibarıyla çubuğa benzeyen hücreler ile hem gece hem de gündüz görebilmemiz temin edilir. Kırmızı, yeşil ve mavi olmak üzere üç çeşide ayrılan koni hücrelerinin her bir çeşidi kendilerine tekâbül eden ışığın dalga boyuna hassasdır. Retinanın bir kısmını teşkil eden fovea (san benek) da bu hücreler en ideal görmeyi sağlayabilecek şekilde plânlanıp yerleştirilmişlerdir. Mercekten kırılan ışığın üzerinde toplandığı bu noktaya fovea denmesinin sebebi ölümden sonra san renk almasıdır.

1980'li yıllarda yapılan araştırmalar gözün, gelen ışığı maksimum seviyede ve âzamî tasarruf prensibine uygun şekilde kullanabilmesi için çok mükemmel bir mekanizmaya sahip olduğunu göstermiştir. Işığın göze girmesini sağlayan gözbebeği (pupil) eğer normal yerinden kayarsa ışık anormal bir açıda kırılarak retinaya gelir. Gözbebeği kayan bir hastayı tedavi etmekte olan doktorlar kendilerini hayretler içerisinde bırakan su hadiseyle karşılaştılar: Çubuk ve koni hücreleri normal pozisyonlarını bırakıp gözbebeğinin kaydığı istikamette görünmeyen bir güç tarafından sevk edilmektedir. Hastanın kontakt mercek kullanmasıyla gözbebeği tekrar yerine geldiğinde, çubuk ve koni hücreleri de tekrar normal pozisyonlarına dönüyorlardı. Bu harika mekanizma sayesinde göze gelen ışık çok ideal bir şekilde kullanılarak insanın görmesi temin ediliyordu.

Renkli görme chromatic ve achromatic olmak üzere müstakil iki çeşit sistem tarafından meydana getirilir. Achromatic sistem cisimlerin parlaklığıyla alâkalı malumat taşırken chromatic sistem renk sinyallerini taşır. Her bir sinyalin bir bilgi olduğu hatırlanmalıdır. Kırmızı-yeşil ve sarı-mavi sistem ile alâkalı renk sinyallerinin her birisi birbirine zıd bir seri teşkil eder. Zıtlığın esası hücrelerin yapısından ileri gelir. Yani kırmızı-yeşil sistemdeki hücrelerin aynı şiddetteki kırmızı ve yeşil ışık tarafından eşit derecede uyarılabilmesi ve engellenebilmesidir.

Tam tamına eşit tarzda iş göremeyen retinadaki iki çeşit zıt renk hücrelerinin sayıları da eşit değildir. Meselâ, kırmızı-yeşil sistemin hücreleri foveada çok bol bulunur. Üç buutlu görmede ve boşluktaki cisimleri ayırt (tefrik) etmede sarı-mavi sistemin hücrelerinden daha aktiftir. Düşük şiddetlerdeki ışığa da cevap verebilen kırmızı-yeşil sistem hücreleri sarı-mavi sistemden çok daha fazla hassas olduğu İçin; retinanın çeşitli dalga boylarına sahip ışık parıltılarına da cevap vermesinde önemli rol oynarlar.

Retinanın mikroskobik yapısında yapılan incelemeler, çubuk ve koni hücrelerinin, tenis topunun iç sathını kuşatan kauçuk tabakasına benzer şekilde düzenlendiğini göstermişdir. İlk önce retinanın sinir hücrelerine bağlanan çubuk ve koniler daha sonra sırasıyla herbiri bir ganglian hücresine bağlı bipolar (iki kutuplu) sinir hücrelerine, oradan görme ile alâkalı beynin bölümüne bağlanır. Ganglion hücreleri optik sinirin en ucunda yer aldığından görmeyle alâkalı tenbihler direkt bir yolla beyne gönderilir. Kısa bir zaman iç in de kayıt ve mânâlandırma yapılarak feedback mekanizmasıyla görme meydana getirilir. Her tenbihde çubuk veya koniden bir ganglion hücresine sinyal gönderilir.

Retina ve optik sinir arasındaki elektrikî bağlantıların nasıl bir nizam içinde gerçekleştiğini araştıran Columbia Üniversitesinden Robert Siminoff retinanın bir sibernetik modelini yapdı. Bu modelde belirli sıralar halinde dizilen koni hücreleri bir mozayik meydana getirirler. İlk sırayı peş peşe sıralanan kırmızı ve yeşil koniler, ikinci sırayı mavi ve belirsiz (boş) koniler teşkil eder. 3. sıra birinci sıranın aynısı olup sadece kırmızı ve yeşil koniler yer değiştirmiştir. 4. sıra aynı şekilde mavi ve belirsiz konilerin yeri değişmiş 2. sıradan ibarettir. Bu kurala göre koniler dizilerek mozayik model yapılır. Mozayik üzerine çizilen altıgenlerin herbiri bipolar sinir hücresine bilgi girişini (bağlantıyı) temsil eder. Herbir altıgenin ortasındaki koni, sinir hücresiyle olan bağlantıyı temin eden hattı temsil eder. Bu modelde birinci derecede kırmızı ve yeşil renkdeki koniler (tembih alıcıları) ikinci derecede mavi koniler sayı ve fonksiyon bakımından diğerlerinden üstündür. Bu üç çeşit koni diğerleriyle birlikte bipolar sinir hücrelerini dolayısıyla ganglion hücrelerini ve beyni temsil eder (şekle bakınız). Bu model renkli görmenin fizyolojisinin ilk safhasını açıklar. Renkli görmenin ilk safhası her biri hususî bir pigmente (renk maddesi) sahip olan üç çeşit koninin sibernetik olarak sıralanıp kendilerine ışığın çarpmasıyla başlatılan sinir tembihlerini hâsıl etmesinden ibarettir.

Renkli görmenin ikinci safhasını araştırma, kompüter kontrolünde laser ışığını gözlere göndermeyle mümkün olabildiğinden bu safha çok az anlaşılabilmiştir. Elde edilen neticeler bu safhada birden fazla koni çeşiti arasında cereyan eden çeşitli reaksiyonların yer aldığını göstermekle beraber, bu reaksiyonun nasıl meydana geldiği tam olarak bilinememektedir.


Görmede retina ehemmiyetli bir rol oynamasına rağmen ideal bir görme gözün diğer kısımlarının da arızasız bir şekilde çalışmasına bağlıdır. Meselâ mercekte ışığın kırılma indisini, mercek içindeki protein habbecikleri ve merceği saran yapı ile protein habbecikleri arasındaki kırılma indisinin toplamı tayin eder. Protein habbeciklerinin bir arada tutulmaları ve faaliyet gösterebilmeleri su ile mümkün olur. Şayet protein habbecikleri ihtiyarlıkta olduğu gibi su kifayetsizliğine maruz kalırlarsa, o zaman kırılma indisi değişir. Ve mercekler ışığı tam olarak odaklayamazlar. Neticede görme bozuklukları hasıl olur.


Gözün nasıl bir nizam içerisinde planlandığını ve nasıl bir ahenk içerisinde iş gördüğünü tam olarak bilebildiğimiz zaman renk körlüğü gibi göz kusurlarını düzeltmek mümkün olabilecektir.

kaynak : sızıntı dergisi

Hiç yorum yok: